19 Nisan 2015 Pazar

Tik Tak...

Sevgili günlük;
Görüşmeyeli nasılsın? Çok zaman oldu sana yazmayalı. Benim de kendime göre bahanelerim var elbet. Sınavlar, sunumlar...

Çok zaman dediysek haftalar ayları, aylar yılları kovalamadı canım! Eh, ben zaten yazmadan o kadar süre dayanamazdım. Bu haftanın adını 'araştırma haftası' olarak değiştirdim.
Frankfurt Okulu konulu araştırmam, ağır lakin emin adımlarla ilerliyor. Güzel bir sunum olacağını düşünüyorum.
Kurs, okul ve ev arasında gidip gelirken zaman amca ile pek haşır neşir olduk. Yetmiyor, zaman yetmiyor! Tik tak, tik tak... Saatin zamanı vurgulayan sesine alıştım. 
Bahar da yüzünü gösterecek zamanı buldu! Tam ebe sobe diyecektim ki; odamın penceresinden net göremedim. Kaçırdım.
Şu sunum bir bitsin de, ben bilirim baharı ensesinden tutup, yakalamayı!
Tüm bunların dışında, bu aralar nostalji sevdam tüm benliğimi kuşattı. Bütün kartpostalları, saman kağıtları, siyah beyaz fotoğrafları, vintage temalı stickerları aldım yanıma, yurt dışındaki arkadaşlarıma yeni kartpostallar göndermeye başladım yeniden.
Baharın ülkelere nasıl yansıdığını merak ediyorum.
Umarım yakın zamanda posta kutuma renkli kartlar dolmaya başlar!
Şimdilik benden bu kadar.
Bir sonraki görüşmemize dek; hoş kal...
Sevgiler...


10 Nisan 2015 Cuma

F. Kafka & T. Uyar & F. Kahlo & V. Woolf

KAFKA;
Yağmurlu gecede, yazmak istiyordu. Daktilosunun başına geçti. Parmakları daktilonun soğuk tuşlarına değdi, ses boş odada yankılandı. "Yaşamak denilen şey de budur. Yağmura bırak kendini..."
UYAR;
Şarabını yudumlarken, geyikli gecenin içinde buldu kendini. Oysaki sadece yağmurlu bir geceydi! Uzanıp kendini öpmeden önce, masanın üstünde duran, peynirin sarılı olduğu buruşuk kağıda yazdı:
"Hiçbir şey umrumda değil diyorum. Aşktan ve umuttan başka!"
FRİDA;
Gül desenli porselen tabaklarını dolabın üst rafından indirdi. Diego birazdan gelecekti. Yağmur damlalarının melodisini dinlemeye başladı Frida ve iç çekti. "Kendi tenimden daha çok seviyorum seni."
VIRGINIA;
Nehir kenarı yerine, yağmurun tadını çıkarmak için o akşam deniz kenarına gitmeyi tercih etti. Ceplerini deniz kabukları ile doldurdu. Evine neşeyle döndü, tüm korkularını denize bırakmıştı. Bir mektup yazmak için masaya oturdu.

"Sanmıyorum ki; başka iki kişi bizim olduğumuz kadar mutlu olabilsin. Seninleyim..."
DİPNOT: Kafka Okur dergisinin, '10kitap10kafkaokur' yarışması için çektiğim fotoğraflardan biri. Hikayeyi içimden geldiğince yazdım! Fonda; Bebe\Tu Silencio çalıyor.








9 Nisan 2015 Perşembe

Bende Bitip Tükenmeyen Umut Olmasa


Sevgili günlük, 

Bugün anladım ki; bahar bizimle oynadığı oyundan çok keyif alıyor. Öyle ki, kışı da araya kattı! 
Sabah uyandım, perdeyi araladım. Uyku sersemliği ile pencerenin önünde gördüğüm manzara karşısında şaştım kaldım!
Kar yağıyordu.
Yanlış duymadın, Nisan ayında Ankara'ya kar yağdı!
Aldım elime kahvemi, kitabımı diye cümleye başlamayı, gün içinde keyif yapmayı çok isterdim lakin akşama kadar ders çalıştım. Yüksek lisansta ikinci dönemimdeyim. Akademik kariyer yolunu seçtiğim günden beri, her sınavda çok heyecanlanıyorum!


Okula gitmek için bindim arabaya, açtım radyoyu. Geçenlerde keşfettiğim, en sevdiğim frekans olma yolunda ilerleyen X Radyo Nostalji'yi açtım.İsyankar 70'ler mi desem, devrimci 80'ler mi, yoksa hareketli 90'lar mı?
Yol boyu dinledim, nostaljik şarkıları.
Sınavdan çıktım, hemen eve geldim. J. Baudrillard amcanın 'Simülasyon Kuramı' ile Hiper-gerçeklik kokan, medyayı enine boyuna tartıştığım sınavım çok güzel geçti! Yani umuyorum benim için güzel geçen sınav, hocamın gözünde de öyle olur! 
Sınav geçip gittiğine göre az önce kurmak istediğim cümleyi kurup, eyleme geçirebilirim.
Aldım elime kahvemi, kitabımı kuruldum baş köşeye...
Ohh, dünya varmış!
Yine, yeniden görüşmek üzere;
Sevgiyle...

8 Nisan 2015 Çarşamba

Kırmızı Elbiseli Genç Kadın

'Genç kadın, 

Her sabah aynı saatte uyanır, kahve makinesinde kahvesini hazırlar, büyük pencereleri olan salonunda en sevdiği koltuğa otururdu. Bu sabah da aynı ritüelleri yerine getirdi.

Yağmur damlalarının ıslattığı camdan, şehrin gri görüntüsünü seyretti. Radyoda ayarlı olan her zamanki frekanstan çalan şarkıları dinliyordu. Bu gri gün için seçtiği saten, kırmızı elbisesinin uğurlu olduğuna inanırdı. Ensesinde dağınık topladığı saçları, açıkta kalan omuzlarını süslüyordu. Kahvesinden bir yudum alırken duraksadı, radyoda en sevdiği şarkı çalmaya başladı. Bu bir işaret olmadı dedi kendi kendine. Müziğin ritmi onu çağırıyordu. Salınarak kalktı yerinden. Gözlerini yumdu, dans etmeye başladı. Kırmızı elbisesinin etek uçları dalgalanıyordu her hareketinde. Şarkı bitene dek dans etti kırmızı elbiseli genç kadın. Ruhu aşk dolu her kadının hissedeceği tutkuyla...'
İMZA: Fiyonk Makarna

Sevgili günlük,
Bugün seninle yazdığım bir hikayeyi paylaşmak istedim. 

 Sabah radyoda dinlediğim şarkı ile, ki en sevdiğim şarkılardan biri olur kendisi, bir anda kelimelerle dans etmeye başladım. 
Fotoğrafta gördüğün, şarkılarına ve güzel sesine aşina olduğumuz Jehan Barbur'un 'Çatıdaki Çimenler' kitabını da bu güzel günlerde okumak için tavsiye ediyorum.
Bugünlük benden bu kadar!
Ah, 
Radyoda denk geldiğim şarkıyı sorduğunu duyar gibiyim!
Yazımın sonuna ekliyorum hemen.
Yeni bir günde görüşmek üzere,
Sevgiyle...

Radyoda Denk Geldiğim Şarkı: 

Ed Sheeran - Give Me Love

7 Nisan 2015 Salı

Yağmurlu Hava Güncesi

Sevgili günlük,
Bahara serzenişimin ardından günler geçse de; henüz olumlu bir cevap alamadım. bu sabah da ingilizce kursuna gitmek için erkenden uyandım.
Alarm yerine, pencereden içeri sızan rüzgarın sesi ve cama vuran yağmur damlaları ile. O an için, içimden geçen şey battaniyenin altında keyif yapmak ve elma çayımı yudumlarken Küçük İskender'in  'Papağana Silah Çekme' kitabından şiir okumaktı.
Evet, tam olarak buydu!

Neyse ki, kurs saatlerini geride bırakıp, evime döndüm. Ara ara yüzünü gösteren yağmur bulutlarının anlamı değişti birden. Yağmurlu hava, evde keyif yapmak için bire birdi! Artık her şey içimdeki sese göre şekillenebilirdi.
Buna istinaden kalkıp çay suyu koydum. Nostalji duygusu etrafımı kuşatmaya başladı.
Evdeki plaklarımı gözden geçirdim. Bir pikap olmalıydı dedim kendi kendime! Radyoyu açtım. En sevdiğim,nostaljik yayın yapan frekansı ayarladım.
Müziğin ritmine bıraktım, zihnimi kurcalayan düşüncelerimi.
Sahaftan aldığım, ilk sayfalarından geçmişten notlar yazılı olan kitaplarımı da yanıma aldım.
Çayım demlendi.
Odaya mis gibi tarçın kokusu yayıldı.
Tarçınlı, eski kitap kokusu...
Keyfime eşlik edecek vanilyalı mumlarımı da yaktım. Yağmurlu havaların bende yarattığı güzel his ile, kırmızı elbiseli genç bir kadının hikayesini yazdım.
Babamın bana armağan ettiği, pul koleksiyonunu yeniden düzenledim.
Bugünün tadına, geçmişin tozlu yollarından geçerek vardım!
Öyle keyif aldım ki; insanın bu duyguya ne kadar da ihtiyacı olduğunu bir kez daha anladım.
Akşam izlemek için filmimi de seçtim. 
Umuyorum ki;
Keyifli zamanlarımız daim olur.
Yağmurlu bir Ankara akşamından,
Sevgiler...

5 Nisan 2015 Pazar

Bahar Dilekleri


Sevgili günlük;
Bir türlü gelemeyen bahara, birkaç iyi dilekle seslenmek istiyorum!
Nisan ayında olmamıza rağmen, geçen sabah dışarı çıktığımda gördüğüm manzara karşısında oldukça şaşırdım. Kar yağmıştı! Evet evet, yanlış duymadınız Nisan ayında Ankara'ya kar yağdı. Sabah erkenden arkadaşımla buluşmak için evden çıktım ve gün boyunca ısınmayan hava yüzünden çok üşüdüm! Bir an önce baharın kendini göstermesini istiyorum. Umarım sesimi duyar!

Gelelim baharı müjdeleyen mesajlara;

Sevgili bahar,

Mevsimlerden en çok seni severim bilirsin. Özellikle bahar dallarında açan o narin çiçeklere hayranım. Lütfen artık Güneş'le barış ve bize güzel yüzünü göster! 
Gönlümün şen bacısı Frida ile, parlak günlere merhaba demek istiyorum. Sesimi duy! Ruhuma işlemeli ilkbaharın güzel renkleri, yenilenme hissi ve umut!

Bahar, haydi gel! Gelişinle yüzüm gülsün. Çimenler, parklar, bahçeler şenlensin.
İlkbahar okuma listem yarıda kalmasın, sen gel ki Güneş'i arkama alıp kitaplarımı keyifle okuyayım. Kelimeler dans etsin kelebeklerle... Baksana bahar dallarındaki narin çiçeklere... Senin gelişini müjdelediler bize. 
Sen hala yoksun!

Çık saklandığın yerden!
Havalar ısınsın, gönüller kıpırtılar eşliğinde salınsın. Ah be ilkbahar!
Sen ne kadar nazlısın!

Kuşlara haber saldım. Onlar gökyüzüne bırakacak bu dileklerimi. Gökyüzü Güneş ile anlaşacak, seni bana getirecek.
Saklanma artık bahar!
gel!

1 Nisan 2015 Çarşamba

Gerçek Bir Hayattan Uyarlanmıştır!


Herkese merhaba...

Bu akşam da köşemi 'Sybil' adlı, çoklu kişilik bozukluğunu konu alan filme ayırıyorum. Sybil, 1973 yılımda Flora Rheta Screiber tarafından, doktor Cornelia Wilbur ve hastası Shirley Ardell Mason'ın terapi seansları konu alınarak yazılan bir romandır.Kitapta Shirley Mason'ın ismi deşifre olmaması açısından, Sybil Dorsett olarak değiştirilmiştir. Dönemin en ünlü psikolojik vakası olarak tarihe geçmiştir. 

Pek çok kez filme çekilmesinin ve bu kadar dikkat çekmesinin nedeni, Sybil'in 16 ayrı kişiliği olduğunu iddia etmesidir.

Yaklaşık üç saat süren filmin baş kahramanı Sybil'in, çocukluk döneminde yaşadığı tramvalar kişilik bölünmesine sebep olmuştur. Filmde ara ara değişkenlik gösteren ruh halleri ile bir anda izleyende 'acaba ne olacak?' duygusu yaratan Sybil'in, farklı kişiliklerini ve hayatını gözler önüne seren bir film. 

Doktor Wilbur ile yürüttükleri terapiler sayesinde, kişilikleri arasında geçişleri farketmeye,yaşadığı tramvalarla yüzleşmeye başlıyor Sybil. Geçmişe yönelen sahnelerde, hayretler içinde kalacaksınız! Filmi izlerken birçok sahnede çok üzüldüğümü de belirtmeliyim. Özellikle küçük bir kızın, ileri derecede psikolojik sorunları olan bir anneyle büyümesi akıl alır gibi değil! Filmin sonlarına doğru, Sybil'in dokturu kandırdığını söylemesinden sonra, ben de şüpheye düştüm. Gerçek bir hayattan konu alındığı için düşünmeden de edemedim doğrusu. Neyse ki, baş kahraman Sybil'in; durumunu kabullenip doktordan af dileyerek hastalığı ile yüzleşmesini ve bunu başarmasını da ilerleyen sahnelerde gördüm.Bastırılmış duygularla büyürken, yeteneklerini koruyan ayrı benlikler yaratması oldukça dikkat çekici.'Çoklu Kişilik Bölünmesi' ile ilgili pek fazla bilgi de verilmiyor. Genel olarak doktor Wilbur ve Sybil'in seanslarından oluşan film; sonu mutlu biten bir film olarak hafızamda yerini aldı.

Filmi tavsiye eder miyim? Evet, elbette izlemenizi tavsiye ediyorum. Psikoloji dersinde gördüğüm 'Çoklu Kişilik Bozukluğu' konusunu hakkında fikir sahibi oldum. 

Son olarak filmde hoşuma giden birkaç repliği de sizlerle paylaşmak istiyorum. 
Sevgiler...
- 'Her pencere hayat dediğimiz saçmalığın tiyatrosunda bir sahnedir.'

- 'Bahar, içinizdeki muzipliktir!'





30 Mart 2015 Pazartesi

Posta Kutusundaki Dünya



Merhaba arkadaşlar,

Size güzel bir teklifim var; dünyayı dolaşmaya ne dersiniz? Hemde en geleneksel yöntemle! Aklınızda nasıl bir şey canlandı bilmiyorum lakin dünyayı evinize, hatta küçük posta kutunuza sığdıracak bir uygulamadan bahsetmek istiyorum.


'Postcrossing' geçen sene keşfettiğim, harika bir site! Bu siteye üye olduğunuz zaman dünyanın her yerine açılan bir pencereden bakmaya başlıyorsunuz. Uygulamanın amacı; kartpostal kültürüne sahip çıkmak! Kayıt işleminden sonra, sistem tarafından verilen adresle, dünyanın her yerinden arkadaş edinmeye başlıyorsunuz!



Rusya, Almanya, İtalya, Fransa, Hollanda, Brezilya, Çin... Aklınıza neresi geliyorsa! Öyle eğlenceli bir etkinlik ki, gelen ilk kartımı gördüğümde sevinçten havalara uçtum diyebilirim! Almanya ve Taiwan'dan gelen iki güzel kart ve güzel insanların benimle paylaştıkları hikâyeleri... Yeni insanlar tanımak, farklı ülkelerin kültürlerini öğrenmek, nostaljiyi yaşatmak adına atılan bir adım da diyebiliriz buna. 



Yurt dışında kartpostal kültürüne çok önem verdiklerini gördüm. Çeşit çeşit kartları var; bu kartpostallar sayesinde ülkelerini tanıtıyorlar. Türkiye'de ise kartpostal bulmak oldukça zor! Neyse ki, bir alternatif olarak PTT özel günlerde çeşitli kartpostallar bastırıyor ve ücretsiz olarak alabiliyorsunuz. 



Bu konuyla ilgili bir haber yazmıştım, üniversiteyi bitirme projesi olarak. Okulun dergisinde yayınlandı. (Bu arada ben gazetecilik bölümü mezunuyum. Benimle ilgili ufak bir bilgi olsun!) İlerleyen zamanlarda, konuyu daha derinden anlatmak amacıyla yazdığım haberi de paylaşacağım.



Bu uygulama sayesinde harika dostlar kazandım! Başka ülkeleri görmeye gittiklerinde bile beni unutmayıp kart atan arkadaşlarım var! Daha ne olsun ki? 

Bir gün gezip, görmek istediğim ülkeleri de tanımış oluyorum. Şu an kartpostal koleksiyonumun sayısı, dört yüzü geçti! Daha da çoğalacağını umuyorum!


Yazının başındaki teklifi bir düşünün derim!
Bunların hepsi bir kartpostalla olur mu demeyin, sizde deneyin!
Sevgiler...


NOT: James Blunt\Postcards şarkısı eşliğinde okuyunuz! 




29 Mart 2015 Pazar

Fincana Kahve Koydum Gel!

Sevgili günlük;
Gün sonlanıyor usulca, kahvemin buharı üstünde...

Türk kahvesi içmeyi çok severim! Dost muhabbetine, tek başınalığa çok yakışır.. Kahveyle gelir en derin sohbetler. Kahvenin o güzel kokusu dağılınca ruhuma, doya doya içmek isterim. 


Kahve ile ilgili yazılan sözleri, şiirleri ve bestelenen şarkıları da takip etmeye özen gösteriyorum. Bazen dergilerde 'Kahve Molası'' başlıklı yazılara denk geldiğim de oluyor. Eh, sonrasında soluğu ya mutfakta ya da en yakın kahvecide alıyorum.



Çok sevdiğim sevgili Küçük İskender'in bir sözüne rastladım geçen günlerde. Diyor ki; 'Kahvenden bir yudum bile almamışsın. Korktun mu beni kırk yıl sevmekten?'.

Sahi, kırk yıllık hatırı olan kahvelerden kaldı mı azizim?
"Bir fincan kahve, lütfen!" dedikten sonra, buharı üstünde, mis kokulu kahveniz masada yerini aldığında mutlu oluyor musunuz siz de? Ben öyle mutlu oluyorum ki! Tatlı bir telaş sarıyor yüreğimi, kahve bu yahu! Derde deva, yüreklere şifa....


Kahveyi içmesi kadar pişirmesi de bir o kadar zevkli bana göre! Bir de günümüz teknolojisinde, elektrikli cezveler sağ olsun, kahve yapmak çok pratik. Benim hâlâ en sevdiğim; bakır cezvede pişirilen Türk kahvesi..



Tam da şimdi, yazımın sonlarına gelirken sevgili Murathan Mungan'ın 'Bir Fincan Kahve' şiirinden alıntı yapmak istiyorum::

" Cam kenarında oturduğum masadan
yüzüme sokağı vuran tülün gölgesinde
düşünüyorum::
Yavaş yavaş anıların da terk ediyor beni
git gide azalıyor 
günün birinde
birlikte 
Bir fincan kahve içebilmenin
Sadakati 
Hayali..."

Kırk yıllık hatırını bilmem ama;
Haydi bir kahve içelim ağız tadıyla!

Sevgiler...





Fransız Esintiler ~ Fonda; Coeur de Pirate\Adieu ~

Sevgili günlük,
Bugün gittiğim güzel bir kafeden bahsedeceğim. 11 yıl önce geldik Eryaman'a. Ne market vardı, ne de gidip kahve içilecek bir yer. Seneleri şehir dışında üniversite okurken tükettim de, döndüm bir de baktım ki Eryaman değişmiş. Güzel kafeler açılmış, her adım başında da marketler yer almış. 

'Eryaman Boutique Cafe' birkaç gencin açtığı, Fransız esintileri taşıyan, nostaljik, şirin mi şirin bir kafe. Rengârenk berjerler, pötikareli kumaşlarla süslü içine bitki çayı doldurulmuş kavanozlar, enfes kahve çeşitleri ve benim için olmazsa olmaz kitaplığı ile herkesin gönlüne taht kuracak bir mekân. Gittiğimde en sevdiğim yönü ise; sakinliği oldu. Kahvenizi yudumlarken, kitabınızı okumanız için çok uygun bir ortamı var. Gerçi ben gittiğim her seferde fotoğraf çeksem de, bu da bir alternatif olsun dedim! 
Kahve çeşitlerinin bolluğu ve lezzeti oldukça iyi! Frappe konusunda da çok memnun kaldığımı söylemek isterim. Kahvenin yanında cheesecake şefin önerisi! (Yazar burada 'ben denedim çok sevdim' demek istiyor.) 
Boutique Cafe'de öyle güzel antika eşyalar varki; eskiyi seven bir ruhunuz varsa eminim ki bayılırsınız! Daktilo, fotoğraf makinesi, plaklar, eski kitaplar... Kafenin genel havasına ruh katan detaylar bunlar.
Yazın canlı müzik de varmış, öyle söylediler.
Eh, hazır bahar güzel yüzünü göstermeye başlamışken, günlük telaşlardan sıyrılıp Boutique Cafe'de bir kahve molası vermek çok hoş olur!
Bugünlük de benden bu kadar..
Gününüz güzel, içiniz de kahveniz gibi sıcacık olsun!
Sevgiler...
ADRES: Eryaman Mahallesi, 06930 ANKARA





28 Mart 2015 Cumartesi

Karikatür Bi Kafe (Alexander Stan Lemonade şarkısı eşliğinde okuyunuz!)

Herkese merhaba…


Nasılsınız arkadaşlar? Ben bugün oldukça sakin, huzurlu ve yağmurlu bir gün geçirdim. Kardeşimin kursunu bahane ederek; yağmurlu havanın tadını çıkarmak için, yanıma şiir kitabımı da alarak Kızılay’a gittim. Nicedir gönlüme taht kuran bir kafe için…

Bugün sizlere de bahsetmek istiyorum, mizah kokan bu kafeden! Bu güzel, renkli kafenin ismi  ‘Karikatür Bi Kafe’. Duvarlardan menüye, bardaktan tabağa, menüden koltuktaki minderlere kadar her yerde karikatürler var. Ambiyans mükemmel!
Bugün gittim, orta masalardan birine oturdum. Renkli menüden damla sakızlı türk kahvesi sipariş verdim. Kahvem gelene kadar sevgili arkadaşım Özge’nin armağan ettiği ‘Bilmezsiniz Aşk Nedir’ kitabından rastgele bir şiir seçtim ve okumaya başladım. Buram buram damla sakızı kokan kahvem eğlenceli sunumu ile geldi. Kahve içmeyi çok seven; her yerde de aradığı tadı bulamayan biri olarak söylemeliyim ki; kahve çok güzeldi!
Renkli menüsünden de bahsetmek istiyorum. Gidecek olursanız aklınızın bir köşesinde bulunsun diye. Limonataların her birini şiddetle tavsiye ediyorum! Tatlı olarak da; kirpi… Sebzeli böreği ve tavuk menüsünün her biri benim damak tadıma uygun. Şimdilik denediklerim bunlar. Zamanla menüyü daha detaylı keşfedeceğimi düşünüyorum!
 İki katlı Karikatür Bi Kafe’nin, üst katını da çok beğendim. Harflerin dans ettiği duvarlarını ve küçük de olsa eksi dergilerin ve kitapların yer aldığı kitaplığını da…


Rengârenk ve sıcacık bir gündü!
Yolu düşen, keyifli vakit geçirmek isteyen herkese tavsiyemdir.
Sevgilerimle…


 ADRES: Karanfil Sokak No 49/7 Kızılay Çankaya\ANKARA